Değerli meslektaşımız,
Ülkemiz ve bölgemiz tarihin hiçbir döneminde olmamış bir alt üst oluşu yaşamaktadır. Yaşanan çatışmalı süreçle birlikte bir ateş topuna dönüşen ülkemizde bir bütün olarak tüm toplum ve dolayısıyla biz hekimler de payımızı almış durumdayız. Sizlere bu mektup aracılığıyla insani misyonumuzu, mesleki etik ilkelerimizi ve haklarımızı hatırlatan bazı uluslararası protokolleri ve sözleşmeleri paylaşmak, daha fazla dayanışma gerekliliğini ve haklarımızın neler olduğunu belirtmek, yaşanan bu acı süreçlerde bir takım sorumluluklarımızı hatırlatmak istedik.
Bilindiği gibi 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen askeri darbe girişimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan partiler ve bizlerin de içerisinde bulunduğu pek çok demokratik kitle örgütü tarafından kısa süre içinde lanetlenmiş ve demokrasi talebi çok güçlü biçimde toplum tarafından dile getirilmiştir.
Yaşanan bu kötü süreçte insan hakları örgütleri tarafından yayımlanan raporlarda işkence iddiaları dile getirilmeye başlanmıştır. Değerli meslektaşımıza hatırlatmak isteriz ki, her kim suçlu olursa olsun, topluma ne kadar büyük korku yaşatmış olursa olsun; işkence yapılması insanlık suçudur ve kabul edilemez. “İşkence yasağı” her durum ve koşulda, -savaş, çatışma, olağanüstü hal dahil- mutlaktır, vazgeçilemezdir. Uluslararası hukukta “İşkence yasağı” sadece yapmamayı içermez, devletlere aynı zamanda işkenceyi önlemek için gerekli tüm önlemleri alma, gözden geçirme; gözaltı-tutukluluk-hükümlülük birimlerini denetleme, uygulanmamasını kesin olarak sağlama; olası işkence iddialarının etkin biçimde tıbbi ve hukuki araştırmasını yapma; işkence yapanların ya da işkence yapılmasına yardımcı olanların koğuşturulması ve cezalandırılması yükümlülüklerini de içerir. Devlet bunları yapmaya her durumda zorunludur.
Gözaltına alınanlar; alınma işlemi sonrası, gözaltında birim değiştirmelerde ve periyodik olarak sağlık muayenelerinden geçirilmek zorundadır. Muayenelerin hastanelerde değil, gözaltı merkezlerinde yapılması durumu; hekimin bağımsızlığını engelleme olasılığı taşır, aynı zamanda gözaltına alınan kişilerin sağlık hakkına erişimini engelleme riski barındırır. ilimizde de bu durumun yaşandığına dair duyumlar, hastane yönetimlerince bu yönlü taleplerin olduğuna dair iddialar mevcuttur. Uluslar arası belgeler ve tıbbi etik ilkleler gereğince adli muayenelerin gözaltı merkezlerinde değil, hastanelerde yapılmasının sağlanması istenmelidir.
OHAL ilanından sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alınmış olması, hekimlerin gözaltı süreçlerinde olan veya cezaevinde tutulanların tüm tıbbi muayenelerini İstanbul Protokolü ilkelerine uygun yapmaları zorunluluğunu değiştirmemektedir. İstanbul Protokolü, işkence ve kötü muamelenin soruşturması ve dokümantasyonu amacıyla oluşturulmuş ilk uluslararası kılavuzdur. Bu protokolün birincil amacı, işkence ve kötü muamelenin etkin araştırması ve dokümantasyonu için uluslararası standartları oluşturmak; devletlerin, bireyleri işkence ve kötü muameleden daha etkin biçimde koruyabilmelerini ve suçluları eylemlerinden ötürü sorumlu tutabilmelerinin minimum standartları belirlemekti. Türkiye’de gözaltında ya da cezaevinde olanların tıbbi muayeneleri için var olan yasa, genelge ve yönetmeliklerin büyük bir oranda İstanbul Protokolü ilkeleri ile uyumlu olduğu unutulmamalıdır.
“Alıkonulanların/özgürlüğünden yoksun bırakılanların (gözaltı giriş-çıkış muayeneleri, tutuklu/hükümlü vb.) muayenelerinin uygun fiziksel koşulların, tıbbi muayene için yeterli donanım, zaman ve olanakların, mahremiyet ve gizliliğin sağlandığı, kolluk kuvvetlerinin hiçbir biçimde odada bulunmadığı, kelepçe ve benzeri biçimde kısıtlanma olmadığı şartlarda yapılması gerekmektedir.
Polis ya da diğer kolluk güçleri hiç bir zaman muayene odasında bulunmamalıdır. Muayeneyi yapan hekim, hastanın sağlık görevlilerinin güvenliğine ilişkin ciddi bir risk oluşturduğuna ilişkin net bir kanıt olduğunda ve bunu yazılı olarak belirtmek koşuluyla muayene sırasında odada başka görevlilerin bulunmasını isteyebilir. Böyle bir durumda hekimin talebi üzerine muayene sırasında yardımcı sağlık personeli, ve İstanbul Protokolü’ne göre yardımcı sağlık personelinin sağlanamaması halinde ve ancak kesinlikle zorunlu olan durumlarda polis veya diğer kolluk görevlileri değil o sağlık kuruluşunun güvenlik personeli, hasta-hekim görüşmesini işitebilme mesafesi dışında durması kaydıyla çağrılabilir. Bu durum düzenlenen raporda kayıt altına alınmalıdır. Kişinin kaçma şüphesine dayanarak oda içinde güvenlik görevlisi bulunması yoluna gidilmemelidir. Çünkü kaçma şüphesi; oda dışında (kapı ve pencere önünde) güvenlik tedbiri alınarak bertaraf edilebilecek bir risktir.
Alıkonulanların tıbbi değerlendirmeleri hekimin en uygun gördüğü mekanda yapılmalıdır. Bazı olgularda, muayeneyi, cezaevi veya benzerlerinde değil de resmi sağlık kurumlarında yapmak konusunda ısrarcı olmak en iyisi olacaktır
Hastaların muayene ortamına ilişkin olumsuzluklar ve yetersizlikler (uygun fizik koşulların ve hasta mahremiyetinin sağlanamaması) varsa hekim tarafından mutlaka kaydedilmesi ve uygun ortam sağlanamadı ise yetkililere yazılı bildirimde bulunulması ve muayenenin tutanakla reddedilmesi gerekmektedir. Hasta yararı ön plandaysa tutanak tutularak muayeneye devam edilebilir. Muayenede Sağlık Bakanlığı’nın 22.09.2005 tarihli ve B100TSH013003-13292 sayılı Adli Tabiplik Hizmetlerinin Yürütülmesinde Uyulacak Esaslar konulu Genelgesi’nin ekindeki adli rapor formları kullanılmalıdır.”
Gözaltında ya da cezaevinde olanların muayenelerinin tıbbi etik ve İstanbul Protokolü ilkelerine göre yapılmaması ve tıbbi raporların buna uygun düzenlenmemesi, Dünya Tabipleri Birliği etik ilkeleri ve uluslararası hukuk normları açısından “işkence bulgularının gizlenmesi’” ve “hekimin işkenceye katkıda bulunması” olarak değerlendirilmektedir. İstanbul Protokolü ilkelerine aykırı olan sözlü emirlere, baskılara boyun eğdiklerinde hekimler, uzun vadede -etik ve hukuki- ciddi bir risk almış olurlar. Hekimlerin yaşadıkları tüm olumsuzlukları kayıt altına alması hekim ve muayene ettiği birey yararına olacaktır. Ayrıca işkence altında alınan ifadelerin hukuki geçerliliğinin olmadığı bilinmektedir.
Son dönemlerde yapılan toplu göz altı ve tutuklamalarda gerek muayenenin çok da sağlıklı yapılamayacağı hastane acil servislerindeki yoğun ortamında ve hatta göz altındakilerin sağlık merkezlerine getirilmediği bunun yerine hekimlerin polis yada jandarma karakollarına götürülerek muayenelerin buralarda yapıldığı iddiaları gündeme getirilmiştir. Tüm bunların dışında nadir de olsa bazı meslektaşlarımızın yukarda dile getirilen İstanbul protokolüne uygun gerekli özeni göstermediği, azami özeni gösterenlerin de kolluk kuvvetlerin baskı ve tehditlerine maruz kaldıkları odamıza iletilmektedir. Yaşanan bu duruma karşı Van-Hakkari Tabip Odası olarak ulusal ve uluslararası hukuk ve tıbbi etiğin yüklediği ve verdiği yetkiye dayanarak yukarda dile getirilen hususların takipçisi ve uygulayıcısı olacağımızı önemle belirtmek isteriz. Ulusal ve uluslararası Tıbbi Etik, protokol ve sözleşmelere uyan meslektaşlarımızın yanında olacağımızı uymayanlara yani görevini kötüye kullananlara karşı da mücadele etme sorumluluk ve görevimizin olduğunu belirtmek isteriz.
Tüm hekimlerimizden meslek yaşamlarının her alanında olduğu gibi adli raporlama süreçlerinde de etik ilkelere, hekimlik yeminine bağlı kalmaları; bu süreçte yaşayacakları her türlü sorunlar için meslek odaları olan Van-Hakkari Tabip odamızla iletişimde olmalarını tüm dayanışma duygularımızla bildiriyoruz. Saygı ve sevgilerimizle
Not: Hekimlerimize yol göstermesi amacıyla Türk Tabipleri Birliği İnsan Hakları Komisyonunun hazırlamış olduğu İstanbul Protokolü kitapçığını ve mevzuat uzantılarını ekte iletiyoruz. Saygılarımızla
VAN-HAKKARİ TABİP ODASI YÖNETİM KURULU
İstanbul Protokolü Kitapçığı İçin Lütfen Tıklayınız